21.06.2009


.

Kafamın içindeki sese sabitlenen endişeli halime alışmış gibi görünüyorum. Esasen endişe değil de; dün, hiç susmadan konuşması, tuhaf çağrışımlarıyla beraber, etrafımda gördüğüm her objeye bir anlam yüklememe sebep oldu, bunun yanı sıra da sürekli arı vızıltısı duyuyormuşum gibi ürkek bir halde, her an koşmaya başlayacakmışım gibi bir gün geçirmemde extra patates cipsi gibiydi.


Kabusa dönüşebiliyor, bazen de bu kadar çok insanın neden bu kadar çok anlatılacak şeyi var ki dedirtebiliyor ya da yürürken mırıldandığın şarkıya uydurmaya çalıştığın adımlarım dolanacak gibi oluyor ama bu başka bir sıcak yaz gününe bürünüveriyor, ve yine çok düşününce, her şey eskisinden daha anlamsız ve manası içine kaçmış gibi geliyor. Sürekli aynı şeyi düşünüp yabancılaşmak ile aynı kelimeyi defalarca tekrarlayıp yabancılaşmak arasında hiçbir fark kalmıyor.


Bunca şeye gerek yok der gibi bakan gözlerim, kimseye hiçbir şey anlatmıyor mu, ne dersin bilog? Yahut fotoğraflarıma bakıp, anlamlar çıkarmaya çalışan ucubelerin gözlerini oymak istemem, kişisel isteklerimin gereksizliğinde bir numara oluveriyor. Ne kadar çok ucube var ve hepsi haşlanmış mantar gibi insanın bir tarafından koparılmışcasına kaygan ve morumtırak duruyorlar. Mide bulandırıcı.



Hayat bu sıcaklarda daha da boktanlaşabiliyor.

Ne ayıp hayat, hiç yakıştıramadım sana.





Hiç yorum yok: