2.09.2008

*

Daha kaç şehir terk etmem gerekli diyordu,
vakurluğu hüznünden gibi gelirdi bana,
kocaman gözlerinin ardı tutuşturduğu kentler...


Ağır aksak yürürken, bir sonraki adıma denk düşecek, pek çok plan, bu kaldırımın sonunda uygulamaya geçecekti. Kaçmak mıydı istediği, yoksa bir vahşeti tutuşturup, kenti öyle mi terk etmeliydi. Henüz karar veremediği, kararsızlığından dolayı bir türlü tutuşturamadığı kent, onu küle çevirmişti. Kaldırımın kenarında durup da, kaç saattir etraflarında dönen, bu zavallı piliçlere baktığımı hatırlamıyorum. Bir hayvanı yemeden önce, böyle sergilenmesinden hoşlanan bu milletten, seçiciliği arttırmak için yapılmış bu pazarlama tekniklerinden iyiden iyiye nefret etmiştim.


Vakur adımlarına, şimdiye kadar hiç söylemediği, kendince aforizma niteliği taşıyan, yüzlerce cümle takılıyordu. Vakur adımları tökezliyor, aforizmaları gülüyordu; bu kadar berbat günlerinde oynayan sokak çocuklarına, pencere kenarı kadınları bağırıp, toplarını kesmekle tehdit ediyordu, o kadar parlak, anlamsız bir aydınlık vardı sokakta, Eylül'ün istisnasız yatık güneşi sadece kahramanların gölgelerini göstermiyordu, ben hep gölgesinden korkan, vakur adımları olan, hüznü gözlerinden pörtleyen, ağlak biri olarak çıkmıştım, kahramanların karşısına, bu kenti yıkabileceğime ihtimal veremeyen kahramanlar komitesi, bana bir şans daha vermişti; şimdi sıcak yüzüme, yüzüme vuruyordu, bir daha ki sefere kışın terk edeceğim bu şehri diye geçirdim içimden, hem ısınır bütün çingeneler gülerken...





.

Hiç yorum yok: