3.09.2008

...


Saat epeyce geç olmuştu, kaçıncı mesajımı yazıp, siliyordum. Ekranın kararmasıyla, tekrar bir tuşuna basıp, yazanı okuyordum. Cidden aklımı kaçırmak üzereydim fakat bunu ne kadar bilmesi gerekliydi bundan henüz emin değildim ki emin olduğumda mesajı yollayacaktım.


Aklımdan onca şey geçerken, çatı katlarına yaraşan onca eğri tavan arası ve hamam böceği kıvamlı karışık bir halusinasyon yaratacaktım ki gözlerim benden önce davrandı, halının ortasında duran pembe yer koltuğumda Hakkı Bulut oturuyordu, ki gerçeğinden daha bulutlu ve sisli göründü gözüme, sanki ellerinde şimşekler, bayramda çata pat oynayan çocuklar kadar şendi. Hiç rahatsız etmek istemedim kendisini, zira birazdan odama yağmurlar indirip, ahmak ıslatana yakalanabilirdim. Şarkılardan seni seçtim, o söyledi; bütün bir gece mutluymuşum gibi yaptım, sadece ıslanmamak içindi tüm çabam, gerisi uğruna verdiğim serçe parmağımı ilgilendiriyordu.


Neyse ki çabuk uykusu geliyor kendisinden bulutlu Hakkı ağabeyimizin, uykusunda horlayan bu kadar bulut göremeyeceğimden, güneş gözlüklerimi hiç çıkarmamıştım bütün gece, bunun gerekçesini hala bilmiyorum, sen de sorma okuyucu, iş olsun diye işte...


Sabah mı oldu,

yakılacak kentlerin bir listesini hazırla, mesai bitimi masama bırak dedi, giderken, oysa biz kül toplayıcılardık, yanan kentler, kaçıncıya yanardı ve üstelik Eylül sıcağı kavuruyordu, pembeleşene kadar bir iki çevirdik, sonra kaderine teslim ettik, hayatı, kenti ve anarşist gençliğimi...



...



Hiç yorum yok: