13.10.2008



*

Unutuyorum, unutmuyorum da; unutmayı yeğliyorum. Beynimin içinde unutma kapanları, uğraştırmayacak titizlikte, hatırlamamak adına yaşananları belirleyip, kapıyor.


Bazı zamansa kapanlarıma söz geçiremiyorum, tekrar tekrar çıkarmaktan hoşnut olacaklarımı da kapıyor, kalıyorum ironisiz, yalın ayak.


Uzun, uzadıya anlat isterdim, iri kahvelerime baka, çıka; bata, çıka dolansın dilin dilime isterdim, anlatırken. Telaşsız, sakin, kendinden emin, anlat isterdim. Kendi paylarımı daha ağzından çıkmadan kapardım peşinen, ödemeleri taksit, taksit yapardım. Farkına varmazdın bile, hiç çaktırmadan biterdi alacaklar.


Uzun, uzadıya anlat sadece; beni konuşturmadan, katıl kalabalığıma, ben konuşmaya başlarsam ki hele de konu bensem, tıkanıyor dehlizlerim. Soluksuz kalıyorum, tıkanıyorum köşe başlarımda.


Sen anlat, ben gelirim usulca peşinden....


Az uzağımda iki yaşlı kadın, yüklendikleri yılları atıyorlar sanki denize; daha genççesi umarsız lakin meraklı dinlemelerde, parmak uçlarında tükürüğüne karışmış, çekirdeğin tuzu; salınıyorlar yıllara, yıllar onlara.


Aklımda bir tek çekirdeğin tadı; olmadığınca yakınım hayata, yitip giden yıllarına; beklenmeyen misafirin ürkmüş rahatsızlığı sadece...


Akik yüzüğümle oynuyorum, Avucumun içi terime karışmış, kına kokusu sanki biraz ahulu; kim bilir kimin mutluluğuna vurulan damgaydı, avuç içlerinde mutlu, mesut taşıdığımız. Demiştim ya koku yakalar beni sinsice, atar karşı kıyıya....


kamburumu çıkarmışım, elim çenemin altında, sırtımda güneşin sıcaklığı, yüzümde rüzgarın serinliği, saatler geçiyor, sırtımı neden dayamadığımı düşünüyorum, kamburumu çıkarıp oturmak, denizi dinlemek, böylesi daha mı güvenli, her ne varsa?


Belki de kendini bırakıvermekten korkar, kayıtsız kalmaktan, savunmasız duruşundan....




Hiç yorum yok: