.
Sonra kuşlar vardı, hiç olmasa da olurlardı, razı zamanlardı, bir sese tahammül edemediğim dönemlerin, amansız savunucusu gibi çıkmaya hazırdım karşılarına, kim nelerine sahip çıkabilmişti ki ya da sahip çıkabileceğimiz nelerimiz vardı, kimler gözlerini kapattığında seni düşünecekti, zaten kimse düşünmesindi, o kadar tahammülsüz dönemlerdi, başka başka bedenlere hapsedilmiş hayaller gibi, başka tarlalarda açan gelincikler gibi, hiç ait olmamak daha iyiydi, gökyüzü sahip çıkardı ne varsa, benim gibi mor bir balığı almayacak hiçbir gökyüzü tanımıyordum, bulutların arasında kaybolma zamanıydı, her şey bitti ellerimizden küçük mor bir balık kaçıp gitti, bir bıçakla pullarımı sıyırmak kadar kolay olabilse, ruhumdan seni sıyırmak, küçük mor bir balığa yakışmayacak denli büyük kalpliydi, saçma hayallerle yüzüyordu gökyüzünde, diyemediklerini solungaçlarından hava kabarcıkları olarak çıkarmaktı tek istediği ama gökyüzünde olmuyordu; mor balık yüzerken, yanından apansız geçen martılar şaşırıyordu, martılar uçarken, mor balık yüzüyordu, çok mutlu görünüyordu, bir martının onu yiyebileceği fikri telaşla sararken pulları dökülüyordu küçük mor balığın, damla damla akıyordu pulları, ne kadar tuzluydu bu gökyüzü, sonra bir plağın cızırtıları duyuluyordu, bir balkondan gelen bu naif ses nasıl mutluluk veriyordu bu küçük mor balığa, unutabileceği ne varsa şu an unutmaya hazırdı, unutmaya başlamak için önce hatırlaması gerektiğini düşünüp vazgeçti, bunu başka bir balkona mı bırakmalıydı, şimdi bu güzel rüyada bu cızırtılı plak sesi ve Tanju Okan küçük mor bir balığa gelebilecek en güzel şeydi belki de...
Uyudum diye oluyordu her şey belki de hala uyuyordum bunu bilemiyorum inan bana, belki de rüyaydı birazdan annemin uyandırabilme ihtimali ile yaşamalıydım bu rüyanın içinde, keşke böyle şeyler hep filmlerde olmasaydı ya da ben neden bir filmde yaşamıyordum. Çarpsam kapıyı çıksam şimdi mesela, kapıyı çarpmamla kayıkların yanındaki ağacın dibinde olsam, hiç açmasam o kapıyı, başka bir kapıyla karşılaşsam, kapıyı açmamla Kuzey ülkelerinin birinde beyaz gecelerde olsam, kutup ışıkları görsem, başka başka kapılar olsa, soğuk, sıcak, renkli, seçsem, açsam başka bir dünyaya çıksam, neden bu kadar zor ki böyle şeyler, oysa olamadıklarımı olmuştum bir kere hatırlıyorum, unutmak istediğim onca şey nasıl sığmıştı o kadar az güne bende şaşırıyordum, sanırım asıl bu bir filmdi, figüran olamayacak kadar beceriksiz ben şans eseri düşmüştüm o yollara, belki de her şey gelincik tarlasını gördükten sonra değişmişti, gelincik eken çiftçinin hasadını biz topladık diye belki de geldi başımıza onca şey, bir Guliver olsam, uçan kayıklarım olsa, her gün başka bir hayalde uyansam ya da ne bileyim, o kadar çok şey var ki, o kadar çok şeyin içindeki bu manasızlık canımı sıkıyor.
Uçsuz bucaksız günebakanların içinde kaybolmuşum, hiç biri bana bakmıyor, kafalarını çeviriyor, kocaman başlarını arkadan görüyorum, bana gülmüyorlar, sırtlarını dönmüş günebakanlar, bana üzülüyorlar, üzülecek bir insanım çünkü ben, üzülebileceklerse günebakanlarım...
Uzun uzadıya sarı bir yolculuk istiyorum. Kıvrılan yollara düşen güneş ışınlarını kovalamak ya da yanan yüzümün pembeliğine bakıp ne çirkin oldum deyip, hayıflanmak istiyorum. Esasen ben ne istediğini bilip de hiç bilmiyormuş gibi yapanlardanım. Kabullenmek için gönderilmişim bu dünyaya, tek görevim kabullenmek, ne olursa etrafımda ben kabullenirim, bundan başka yapabildiğim bir şey yok.
Şehirlere özgü şeyler yaşamıyorum, bir çiftlik hayatı ya da göçerlik olabilir, ama içinde ne varsa bize dair miş onu biliyorum, bizi de kuşlar kaçırmış çok küçükken, şimdi bizi arıyorum.
Bakışların var aklımda, tesadüfler için çok büyümüşüz, geç kalmışız. Biraz ıslak, biraz tuzlu, biraz san kiler burksa da içimi en güzel yeşiller senin olsun, ben rengimi aramaya gidiyorum.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder