21.05.2008


...



(...) geçerim ayrılığa dair ne varsa içinden, ayrılık varsa haber verin geçeyim altından, gök kuşağı gibi ayrılıklar olur, belki cinsiyet değiştirir ya da bir melek olur uçarım semaya, el sallarım hepinize, yıldızlar toplarım yukardan, çimler ekerim, uzanırım üzerine, hayallerim ve ben, güzel esasen, değişen yine hiçbir şey olmadı, yine ben, yine hayaller, ardımda üç gün var bir tek, sığdıracak bavul aradığım ya da belki de yok ben uydurdum hepsini az önce, yine üzüleyim diye mi yapıyorum bunları bilogum, muhtemel olabilir değil mi?

Düşünmemek mi gerek, öyle diyorsan bilog, öyledir.


Bir de Ezgi var, ayrılık varsa onlar fon müziğim hep, içten içe takipte gibiyim, ben gidiyorum Ezgi söylüyor, ıslıklar var, virgüller, kapanmayan kapılar, ben varım, yitirilenler, olmayan dolunay, sabahın mavisi, daha o kadar çok ki nereye koyacağım şimdi bunları bilog, ne kadar kahrım varsa çektin, bütün suçu sana yükleyesim var bir de, ortada suç yoksa, suç mahal ide yok, e o zaman biz de yokuz, kim yaptı bana bunları peki, hepsi senin suçun bilog... Ah bu şarabi akşamlar, kına kokusu burnumda, parmaklarımda acılar, ne vakit diyor kafamın içi, ne vakit sızılar diner, ne vakit su bulur yolunu, ne vakit uçarım serbestçe ya da kitlerim kendimi kendime...

Ne vakit bilog?


Dinleyemediğim şarkıları düşün, duyunca irkilmek mi yoksa kafandan geçen melodiyi başkasının duymadığını bilmenin verdiği rahatlık mı, çözemediğim onca şeylere, onca şeyler ekleniyor, küçük aklım yetmiyor, yüreğim desen katlanacak gibi değil, bunu da geçeriz derken ne kadar yorgun olduğumu düşünüyorum, dinlenmek için bir soluğa daha tahammül edemeyeceğim, nefes almak istemiyorum, bedel için çok kendim gibiyim...


Yoruldum.


Öldü bu kıyı, öldü konuşmalar, öldü uçmalar, öldü yolculuklar, öldü beklemeler, öldü ne varsa ardına saklanıp yanında çıkardığım her şey, bu son ölümüm olsun (...)





!


Hiç yorum yok: