11.11.2008







Bazı zaman perişan eder akıl kendini; bilincinle ortak adımladığını düşündüğün ne varsa unutmak adına; günü geldiğinde adımladığın yolların tekrar aynı yere yönlendiğini geç fark edersin; akıl ziyanlığıdır bu, bilincin kurduğu tuzaklar belki de…



Uzaklaştığını düşünürken, kucağında; ıpıslak, savunmasız, bir sonraki hançeri bekleyen mağduru oynarsın, şartlar bunu gerektirirken, roller sen yokken dağıtılmıştır; uzun, uzadıya kucağında savunmasız, öylece masum, terk edilmiş belki de… Kim bilebilir ki hikaye nasıl biter bu yollarda…



Kızmalarım, alttan almalarım, önemi yokmuş gibi davranmalarım, her davranışın psikolojik bir açıklamayla şenlendirilmesi, lakin en son ihtiyacımız olan şey ise ruhsal halimizi, bilimsel dayanıklılık testlerinden geçirip, efor sarf ettirmek. Sonradan işin içinden çıkamazlık seyrediyordu oysa otuzlarını keyfince sürecek, her halini sevecekti. Gelip, görünce, yenilince, kendisiyle olan travma tik durumlarından çıkamadı.



O ise baştan belirlemişti kulvarını, taraflar ne kadar işlerine gelirse yahut yürütebilirse, gerisi her iki tarafında içsel kalabalıklarını nasıl yalnızlaştırdığımızla ilintiliydi, yöntemler hep farklıydı.



İçinde yaşayan ben dahi bir tarafında değildik dünya ile, dünyanın bu konu hakkında hiçbir alıp veremediğinin olduğunu düşünmüyordum. Esasen konu benimle de ilgisiz gibi görünse de ben içten içe kucağına düşme ya da labirentte kaybolan bir farenin acizliğinden her şeye kabul diyebilecek durumdaydım. Vah halime, ay içler acısı mıdır, nedir?



Lakin seviyordu beni, kendi deyimiyle; bendeki duygusal karışımın kimyası değişik dahi olsa, yabana atamayacağımız türden bir güzellik nüfus etmişti ruhuna, nasıl sevilmeyecekti ki bu ruhu taşıyan o adam, seviyordum ki; hatta çok diye de nitelendirmek yanında duran büyük boy patates cipsi gibiydi.



Hakket kendimi sever gibi seviyorum onu, çok özel çünkü, şimdilerde yer değiştirme olasılığı yükseklerde dahi olsa, içimizde bir yerlerde o peynir kırıntıları hep kalacak, ben aynı labirentte oldukça, fıs fıs gelirim ki…. Hahahha salak fare.



Salak, salak…



Negzel bir şeydi oysa sevmek, sevilmek, çikolata renkli sanatçıların şarkı sözlerinden çıkma gibiydi, o adamın mavi takım elbisesini hiç sevmezdim, üç isimli adam, nebçim de sakalları vardı, yamuk yamuk konuşurdu mikrofona; neyse seviyorduk birinci tekilin az yenmiş dili geçmişindeki ilk çoğulu gibi.



Sağlıcakla efem.






1 yorum:

Ersin Eser dedi ki...

selam...
dönüp dönüp okurum artık..

sağlıcakla..